Son yıllarda sağlıklı yaşam trendlerinde adını sıkça duyduğumuz spirulina, tatlı ve tuzlu sularda yetişen, doğal bir alg türü. Yüksek besin değerleri sayesinde, sadece bir takviye değil, aynı zamanda fonksiyonel bir gıda olarak öne çıkıyor.

Spirulina, B1 ve B2 vitaminleriyle sinir sistemi, cilt ve göz sağlığına katkı sağlarken, magnezyum ve kalsiyum gibi mineraller açısından da zengin. 15 gramlık bir porsiyonunda yaklaşık 10 gram bitkisel protein barındıran bu mavi-yeşil alg, aynı miktarda et veya yumurtadan daha fazla protein sunabiliyor. Ayrıca bağışıklık sistemini destekleyen A vitamini ve demir içeriyor.

Ancak spirulinadaki demir bitkisel kaynaklı olduğundan, vücut tarafından hayvansal kaynaklara göre daha zor emilebiliyor. Bu nedenle özellikle bitki temelli beslenenlerin bu durumu göz önünde bulundurması öneriliyor.

Spirulina aynı zamanda güçlü bir antioksidan olan fikosiyanin içeriyor. Bu madde hem rengini hem de iltihap karşıtı etkisini sağlıyor. Serbest radikalleri nötralize eden bu pigment, hücre hasarına karşı koruma sağlarken vücuttaki inflamasyonla da mücadele edebiliyor.

Bazı küçük çaplı araştırmalar, spirulinanın kan basıncını düşürebileceğini, LDL yani “kötü” kolesterolü dengeleyebileceğini ve kan şekeri kontrolüne katkı sağlayabileceğini öne sürüyor. Ancak bu etkilerin netleşmesi için daha fazla bilimsel çalışmaya ihtiyaç var.

İlginç bir diğer özellik ise saman nezlesi semptomlarını hafifletebilme potansiyeli. Spirulinanın burun yolları üzerindeki iltihap giderici etkisinin, burun akıntısı, tıkanıklık ve hapşırma gibi şikayetleri azaltabileceği gözlemlendi. Yine de bu sonuçların genellenebilmesi için daha geniş çaplı insan çalışmalarına ihtiyaç duyuluyor.

Kısacası spirulina, mucizevi bir çözüm olarak değil, dengeli bir beslenmenin tamamlayıcısı olarak değerlendirilmeli. Günlük vitamin ve mineral alımını destekleyen bu doğal kaynak, doğru ve düzenli kullanıldığında vücuda çok yönlü faydalar sağlayabilir.